Herşeye Rağmen Gülümsedi Çocuk

Geçenlerde bir haftasonu biraz şehir görelim diye yakınlardaki en şehir gibi olan yere; Coventry’e gittik eşimle. Şehre yaklaşırken yükselen o çirkin binalari görünce itiraf edeyim gözlerim acıdı; geri dönmek istedim.

Londra’yi çok sevmeme rağmen burayı son ziyaretimde de aynı duyguyu yaşamıştım. Sanırım West Mindlands kasabalarinın sakinliğine çok alıştım. Artık binalardan ziyade çayır çimen görmek istiyordum. Hatta bu durum beni bir gün İspanya’ya yerleşme hayalimden bile uzaklaştırmaya başlamıştı. Orada da çayır çimen bulur muydum, bulursam böyle sere serpe geniş olur muydu?

Böylece kahvemizi alıp şehirde ilgimizi çeken tek yer olan Coventry Katedrali’ne doğru yola çıktık. Devasa gotik duvarları ile gerçekten de Avrupa’da gördüğüm en heybetli yapılardan biriydi.Yine de bu katedrale rağmen bir süre Coventry’e uğramama kararı aldım. Çünkü şehrin geri kalanı betondu ve tekinsizdi, garip gurup insan kalabalığıydı.

Zaten birazdan Avrupa Kadin Voleybol Ligi`nin çeyrek final öncesindeki son maçı vardı ki onu kaçıracak olmak da canımı sıkmıştı. Eşim aksime şehirde olmaktan mutluydu. Müzik dinleyerek biraz dolanmayı teklif etti ama ben bir bankta oturmayı yeğledim. O gitti. Fırsat bu fırsat telefonumdan TRT Spor yayınını açtım ve günüme biraz olsun güzellik katacağını bilerek maçı seyre koyuldum.Kadın Voleybol takımımız tüm zamanların en iyi halindeydi. Orta oyuncumuz, liberomuz o yılın dünya şampiyonasında alanındaki en iyi voleybolcular olarak seçilmişlerdi. Ve tabi ki pasör çaprazımız, göz bebeğimiz Melissa Vargas! Şampiyonada o da en değerli oyuncu seçilmişti. Takım her ne kadar güçlü ise de hücumda ihtiyacımız olan kan olmuştu! Ne var ki biraz buruk bir hikaye ile Türkiye’ye gelmişti. O hikayeden ötürü bir ayrı seviyordum yirmi dört yaşındakı bu oyuncuyu. Geçenlerde Instagram hesabında hikayesinde paylaştığı şu yazı herşeyi anlatıyordu.

“Kabilesi tarafından kucaklanmayan çocuk büyüyünce o sıcaklığı hissedebilmek için köyünü yakarmış”

Bu yazıyı okuyunca hemen içim burkulmuştu. Hikayesini biliyordum çunkü. Küba’da kendisini kanıtlayınca Avrupa’da iyi bir kulübe geçiyor ve sakatlanıyor. Akabinde Küba Voleybol Federasyonu tarafından tedavi edilmeye başlanıyor ancak daha etkili bir tedavi icin yurt dışına gitmek istiyor. Ülkesi bunu bir hakaret gibi algılıyor ve Melissa’yi dört yıl Küba milli takıminda oynamaktan men ediyor. Bunun üzerine önce Avrupa`da bir diğer ülkenin milli takımında oynama girişiminde bulunuyor ancak bu girişimi Küba tarafından engelleniyor. Türkiye bunu fırsat bilip hemen milli takımda oynamayı ve Türkiye vatandaşlığını teklif ediyor yıldıza. Ve böylece hem Türk vatandaşı oluyor hem de milli takıma şampiyonluğu getiriyor. Yılın ve dünyanın en değerli oyuncusu olarak kürsüye çıktığında yüzünde coşku ve sevinç değil en fazla zoraki bir tebessüm görülüyor. İste kabilesi tarafindan kucaklanmayan çocuğun hikayesi bu zoraki gülümsemede saklı.

Kalbinde evini yakmıştı ve Türkiye onu kucaklasa da şimdilik evsizdi. Kırgınlıkları ve öfkesi büyüktü. Birinin dediği gibi:

“Bir şampiyonun yüreğini asla hafife almayın…”

Başarili olma tutkusunu belki genlerimizde taşıyoruz ancak o tutkudan bir şampiyon çıkaracak, gösterişli başarılara imza atacak istek, genelde vaktinde yaşadığımız deneyimlerden besleniyor. Bu hikayeden çıkarılacak cok ders var!

Maç set arasına girmişti. Eşim de küçük şehir gezintisini bitirip yanima geldi. Eve dönüş vaktiydi. Bir sonraki seti izleyemeyeceğim diye aksiydim. O da hayıflandı, çünkü bu maçı kaçıracağım diye Coventry gezimizi de çöp etmiştim. Ona daha önce detaylıca bahsetmemiştim en baştan aldım. Evet herşey ben çok küçükken başladı…Ablalarımız abilerimiz mahallede ipi bir duvardan diğerine gerer, çatir çutur voleybol oynarlardi. Ben daha küçük olduğumdan beni almazlardi takıma, hayran hayran izlemekle yetinirdim sadece. Sonra orta okulda tenefüslerde ve spor derslerindeki en büyük eğlencem voleybol oldu. Lisede voleybol seçmelerine katılmışlığım bile vardir. O zamanlar bir potansiyelim vardi ama henüz yeterli degildim.Yine de eminim ki iyi bir libero olabilirdim! Biraz eğitime biraz da pratiğe ihtiyacım vardı. Seçmelerdeki herkes hali hazırda bir kulüpte oynuyordu. Sonra da bu iş olsa da olmaz dedim, vazgeçtim. Ders aralarında tenefüslerde arkadaşlarla voleybol oynamakla yetindim.

2003 yılı ve devamındaki birkaç yıl Türk voleybolunun altın yılları olarak bilinir. Neslihan Demir ve demir smaçlarıyla tanıştığımız, onun dünyada Demir Lady olarak anıldığı zamanlar… O voleybol furyasına kapılmıştık ki heralde öyle böyle oynamıyorduk lisede. O zamanlar hazırlık ve lise birdeki sınıfım tam bir voleybol aşığı çıkmıştı. Dersler iptal olunca herkes sevgilisiyle gezintiye, kankalarıyla futbola , basketbola kaçarken biz bir set daha oynayabileceğiz diye heyecanlanır, kendimizi bahçeye atardık. Çok rahat on iki kişilik bir kadro kurar ama tutkuyla, hakkını vererek oynardık. Neyse iki yıl sonra yeterli pratik yapmış olacağım ki lise sonda yine bir gün bahçede voleybol oynarken spor hocamız yanıma gelip takımda oynamayı teklif etmişti. Ben de “son sınıfim zaten ÖSS ye hazırlanıyorum hocam” demiştim ama içimden “gerçekten de şimdi sırası mı” diye hayıflanmıştım hocama! Bir de hep ders odaklı bir öğrenci olduğumdan bir fırsat da çıksa o yoldan yürür müydüm yürürsem ne kadar yürürdüm bilmiyorum.Mühendis olmali, kendimi kurtarmalıydım. Şimdi bu bilincimle bir firsatım olsaydı voleybolcu olmayı tercih ederdim. İşte böyle..O yüzdendir ki voleybol maçlarini izledigimde de bu hisle izliyorum; smaçlari ben atiyorum sanki, zor servisleri ben kurtariyorum.

Sevdiğim şarkıcıları dinlerken de aynı şey oluyor; sanki o şarkıları ben söylüyorum Harbiye’de. Evet bir de şu müzik işleri var. Maymun iştahlı demeyiniz! Beni tanıyanlar bilir; biraz gitar çalar biraz da şarkı mırıldanırım ki bazen daha önce ses egitimi aldiniz mi diye soranlar da olur. İşte o zaman lisedeki müzik hocamı anar, okul koridorlarinda yankilanan prova seslerini duyarim kulagimda. “Na ha ha ha na ha ha ha haaaa! O koroda iki yıl boyunca o marşlari, türküleri ne keyifle söyledik ama! Yine de bizi olur olmadik zamanlarda koro provalarına çagırdığında ayni şekilde müzik hocama da sitem etmistim son yılımda. “Hocam ÖSS ye çalışıyoruz burada!” Bu işlere artık zamanım yoktu yani. “Hayıflanıyorsunuz ama kimse böyle bir eğitim almiyor lisede!” derdi. Hakkı varmış. Şimdi bakiyorum da onca istaha rağmen ne şarkıcı olduk ne de voleybolcu! Hatta voleybol takımında özendigim bir kiz arkadaşımı da Instagramda buldum yıllar sonra. Kendisi bir kulüpte oynuyordu o zamanlar ama anlaşılan bırakmış voleybolu; o da özel bir şirkette çalışıyor şimdi, İngiltere`ye taşınmış. Fight Club’ta şöyle diyor ya kahramanımız: “Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız!” Bu yüzden ögretmen, bankaci ya da mühendis olup kendimizi kurtardık! Neyse ki korona ile uzaktan çalışma hayatımıza girdi de biraz olsun ofislerden ve insanlardan uzaklaşıp kendi içimize dönmeye, kendimiz icin birşeyler yapmaya daha cok zamanımız oldu! Sonra o mühendislik diploması ile İngiltere’ ye geldim; burada da yeni zamanlar buldum. Evet, işte tek tesellim bunlardır! Bir de içimizde kalanlarla, yaşayıp gördüklerimizle içimizdekileri dökebildiğimiz bir kitap yazabilirsek ne ah kalır ne vah!

Yine de şanslıyım ki ilgi alanlarımın farkındayım ve bunları hayatıma yerleştirebildim. En azindan içimdeki çocuk şimdilik kahkahalar atmasa da gülümsüyor. Kim bilir belki bir gün kahkahalara da boğulur! Bence hayattaki en büyük gayemiz bu olmalı!

Geçenlerde Melissa Vargas’la ilgili bir videoya denk geldim. Arkada Sezen Aksu’nun Bir Çocuk Sevdim şarkısı çalıyordu. “Herseye rağmen bir an gülümsedi çocuk. Sıcak, sade ama kuşkulu…” Vargas videoda bir başka ligin son maçının sonunda ağlıyordu, zafere rağmen! Bizim kızlar da sarılıp teselli ediyordu…

Sonraki maçlarda gördüm ki artık gülüyor, zaferlere sevinebiliyor. Bu sefer gözlerinin içi de gülümsüyordu. Kendi vatanında güç sahibi birilerinin yeteneklerini gölgelemesine, kendilerince onu disipline etmelerine izin de verebilirdi ama o bunun yerine kendisine inandı ve zor bir yoldan yürüdü. Bugünse dünyanın en iyisi olarak zafer bayrağını elinde tutuyor.

En büyük zaferi ise o gülümsemesi! Herşeye rağmen!


Posted

in

by

Tags:

Comments

Yorum bırakın